Makaleler

12 HAZİRAN’I 15-16 HAZİRAN’LARLA YOĞURMAK, DEVRİMCİ BİR ATILIM DOĞURMAK İÇİN…

Belki de ilk kez, birçok politik çevre ve oluşum, seçimlerden “başarılı”, “kazançlı”, “galip” hatta “muzaffer” olarak çıktığını ilan etmekte, önceki süreçte ortaya koyduğu hedeflerden çok, kendisine uygun görülmeye çalışılan konuma göre değerlendirmelerde bulunmaktadır. Başarı, kimisine göre oy yüzdesi, kimisi açısından milletvekili sayısı, kimisi bakımından da baraj vb. kıstaslar üzerinden belirlenmektedir.  Yalnızca bu ölçüler baz alınarak yapılan tespitlerin görünürde bir karşılığı vardır ama bu durumun sınıf mücadelesindeki konumlanış bakımından hacimli ve ağırlıklı bir değer oluşturamadığını kendileri de iyi bilmektedir.

Bu bağlamda, merkezi ve yerel iktidarın gücü ve olanaklarını çok etkili bir tarzda kullanmayı bilen (baskı, propaganda ve seçim ekonomisi), hem seçim sistemi (baraj, oy kullanma biçimi, oy pusulası vb.) sayesinde hem de baskın pozisyonu ile irili ufaklı diğer faşist partileri söndüren ve eriten (yüzde 7’nin üzerinde kayba uğrayan DP, DYP, SP, GP, BBP vd.) AKP’nin 3.3 puanlık artışla oy yüzdesinde 50’ye dayanmasını “başarı” olarak nitelemenin ne kadar doğru (ve gerçekçi) olduğu ortadadır. Dahası Anayasa’da “değişim” için tek başına yeterli güç hesabı yapan AKP’nin, 2007’ye kıyasla 16 koltuk kaybederek, referanduma götürebilecek 330’un da altına düştüğünü unutmamak gerekir.

İktidardaki “yıpranma payı” denilen olgunun, hem egemen klikler düzlemindeki dalaşta hem de asıl muhalif güçler (işçiler, emekçiler, ezilenler ve “ötekileştirilenler”) platformunda etkisiz kalınma halinde ne kadar işlevli olduğu da görülmüş bulunmaktadır. Buna (etkisiz kalma haline) aykırı bir duruş ve dinamizmin geçerlilik arz ettiği Kürt Ulusal Hareketi’nin önderlik ettiği mücadele zemininde ortaya çıkan sonuçlar ise herkesin (ister istemez) mutabakat gösterdiği biçimde, daha da “görünür” hale gelmiştir. Bununla beraber, üç seçimde üst üste ve de oyunu artırarak tek başına hükümet olacak sonuç elde etmenin, diğer faşist partilerle kapışma ve yarışta “başarılı” bir sonuç olduğu da bir başka gerçeklik olarak kabul edilmelidir.

12 Haziran seçimleri, komünistlerin de buna uygun biçimde politik taktik oluşturduğu seyriyle, Kürt sorunu eksenli bir kapışma ve hesaplaşma üzerinde karakter kazanmıştır ve sonuçları tam da bu yüzden esasta bu mesele ekseninde değerlendirmeye tabi tutulmaktadır. “Öncelikli” olarak ilan edilen sorun kapsamında ve “açılım” adı altında geliştirilen tasfiye planının işletilmesinde kritik bir dönemeç haline gelen 12 Haziran seçimleri, egemen sınıflar için bu meseleyi de parantezine alan bir “yeniden yapılanma” hamlesinin kilometre taşı olarak belirlenmişti. 12 Eylül referandum süreci ile çok öncesinden başlatılan kampanya eşliğinde yürütülen azgın bir saldırı, baskı ve yıldırma sürecine, seçim vizesiyle gaz verme ve nihai darbeyi indirme hesaplarının bütün muhaliflerden öte asıl hedefi, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin dinamikleridir.

Tam da bu nedenle, esas hedefin örgütlü gücü ve kitlesel desteği üzerinde yoğunlaşılmış ve fakat seçim sonuçlarıyla sabittir ki başarılı olunamamıştır. CHP’nin gelişmesini engelleme ve MHP’yi baraj altında bırakmaya çalışarak daha da güçlenmeye gayret gösteren AKP’nin bu çabasına kaynaklık eden faktörler içerisinde önemli bir yer işgal eden husus da yine, “sorun”la ilgili elini alabildiğine güçlendirme gayesidir. Bir yandan gücünü sonuna kadar kullanan ve tam bir seferberlik ruhuyla hareket eden AKP, diğer yandan başta şiddet olmak üzere her türlü yöntemi devreye sokmuştur. Bütün propaganda alanları ve araçları kuşatmaya alınmış; iftira, yalan ve komployla bezeli propaganda, hakaret ve tehdit içeren bir üslupla, büyük bir manipülasyon faaliyetinin aracı kılınmıştır.

Emperyalist güçler ve uşağı Türk egemen sınıfların öncelikli tercihi konumunu sürdüren AKP, bu durumu, 2002’de sahne almasına neden olan koşulların, ülke ve bölge gerçekliği bağlamında artan bir ağırlıkla varlığını sürdürmesine borçludur. Emperyalist karargâhlardan yapılan resmi açıklamalar ve aynı iradenin okunmasında başka bir gösterge olarak çeşitli yayınlarda yer verilen yorum ve değerlendirmeler, bu durumu teyit eden açıklıktadır. Sürece ve çok doğal ki bunun önemli bir durağı olarak seçimlere güçlü bir biçimde etki eden ekonomik durumun, görevini yerine getirmede olağanüstü efor sarf eden AKP’nin desteklenmesi bakımından oynadığı rolün de altı çizilmelidir. Nitekim 2008’de patlak veren dünya ölçekli krizin etkisiyle kendisi de gerileme gösteren (2009 yerel seçimleri) AKP, bağlı olduğu merkezlere yapılan müdahalenin soluk aldırıcı sonuçlarından (büyüme trendi kapsamında özellikle kendisini besleyen sektörlere yeniden kan pompalanması) yararlananların başında gelmektedir. Ne var ki bu durumun geçici olduğu ve krizin atlatılamamış olmasından kaynaklı önümüzdeki dönemde sömürü (ve elbette baskı) kazanının altına yeniden odun atılacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yoktur.

Oyu geçerli sayılan her iki kişiden birinin desteğini almakla şişinen ve kalemşörleri tarafından “devletleşmede/iktidarlaşmada” meşru bir statüye kavuştuğu lanse edilen AKP’nin kurmayları, akıbete ilişkin asıl gidişatın farkında olduğu için, “yeniden yapılanma” düzlemindeki hesaplarına uygun bir yönetsel mekanizmayı oluşturmak amacındadır. Kilit bir rol oynayan Kürt sorununun Türkiyeli diğer demokratik muhalif çevreler ile işçi ve emekçi dinamiklerini etkileyen boyutunun daha çarpıcı bir görünüm kazandığı seçim süreci ve sonuçları karşısında işin çok daha çetrefilli hale gelmesinden ötürü, stratejik karakterde adımlar atılmak zorundadır. Anayasa bağlamındaki “düzenleme” ve “restorasyon” hazırlıklarını olduğundan daha kritik hale getiren bu durum, konuyla ilgili usul/biçim alanı olarak işlevli parlamentodaki yeni dağılımdan ötürü ayrıca nazik ve hassas bir çizgide yol alacaktır. Saldırıların daha da yoğunlaşacağı ortadadır ve bu nedenle örülen her barikat ve kazanılan her mevzinin savaşta ayrı bir değeri bulunmaktadır.

Seçim sürecine damgasını vurduğu ve sonuçlarına da bariz biçimde yansıdığı üzere, önümüzdeki aşamaya esas rengini verecek olan, Kürt sorunu eksenli mücadele ve direniş olgusudur. Diğerleri minderden çoktan beri çekildiği için “yalnız” kalan ve bu nedenle TSK’nın da var gücüyle desteğini arkasında bulan AKP’yi Kürt illerinde açık biçimde gerileten ve Kürt ulusunun hatırı sayılır bir nüfus oluşturduğu batı illerinde de gelişmesini sürdüren (Kürt Ulusal Hareketi ve müttefiki güçler tarafından oluşturulan ve komünistlerin de destek verdiği) Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun elde ettiği sonuçlar küçümsenmeyecek bir başarıyı tarif etmektedir. Bunun ana sebebi elbette ki faşizmin her türlü araç ve yöntemle karşısına dikilmesi ve bütün kurumları ve klikleri eliyle sürdürdüğü öldürücü, yıldırıcı, sindirici baskı ve saldırılardır.

Örgütlü güçleri, kadro ve militanları başta olmak üzere seçim faaliyetinde yer alan bütün unsurlarına yönelik her türlü engelleme ve alıkoyma çabasına karşın, büyük bir kararlılık, sebat ve titizlikle sürdürülen seçim kampanyası; bütün zorlukları ve güçlükleri yenmiş, hedefine büyük oranda ulaşarak hem parlamento grubunda yüzde 70 oranında büyüme sağlamış hem de Türkiye Kürdistanı’nın ana gövdesini oluşturan iller coğrafyasında oy oranını ve sayısını ciddi biçimde artırmıştır. Bunun tescili bakımından, düşman cephesindeki birçok unsurun şapka çıkarması bir yana, bütün değerlendirmelerde öncelikli ve artan boyutlarda yer kaplamasından bahsedilmelidir.

Bu durum yalnızca Kürt halkı değil kitlelerin ileri unsurları, devrimci, demokrat kesimleri nezdinde de ilgi, sempati ve güveni besleyici, desteği ve dayanışmayı büyütücü sonuçlar üretecektir. Belli bir süredir zaten ivme kazanan bu durum, seçim döneminde yürütülen mücadele ve elde edilen sonuçlarla yeni bir aşamaya gelmiştir. Durumla gerek blok bileşeni olarak gerek aktif destek vererek doğrudan ilişkilenenler dışındaki devrimci ve ilerici tabanı da etkileyecek (çeşitli düzeylerde) bu sürecin, cephe tartışmalarına uzanan biçimde, birleşik bir devrimci-demokratik hat oluşturulmasına önemli katkılar sunması beklenmelidir.

Buna duyulan ihtiyaç öteden beri kendini dayatmakta ve başta komünistler olmak üzere bir dizi çevre tarafından bu yönde ısrarlı vurgular yapılmaktaydı. Devrimlere akan yolda, bütün sosyal/ulusal kurtuluş süreçlerinde etkin bir konum alan güçlerin kendi etrafında haleler oluşturması, diğer potansiyelleri hareket geçirmesi ve böylelikle karşılıklı etkileşim süreci içerisinde toplumsal savaşımda yeni olanak ve fırsatların büyümesi kaçınılmazdır. Sınıf mücadelesi denizine var gücümüzle atılmanın gereği, bu zeminde kendisini güçlü biçimde dayatmaktadır…

12 Haziran platformunda gücünü bir kez daha etkin bir şekilde ortaya koyan potansiyelin, daha ileri mevziler elde etmesi ve sınıfsal karakterde olgunlaşarak iktidara yönelik bir doğrultu elde edebilmesi için güçlü ayaklara ihtiyaç vardır. Bunun için beslendiği zeminin mücadele ve direniş hattına daha güçlü biçimde yaslanmak, burada mayalanan devrimci özü büyütmek gerekir. Bu öz büyütülmediği, politik kimlik şekillendirilmediği takdirde reformizmin egemenliğini kırmak mümkün olamayacak ve süreç ya sisteme bütünüyle eklemlenmeyi getirecek ya da yine aynı anlama gelmek üzere, kabul ve kontrol edilebilir bir seyre mahkûm tarzda akacaktır. Bu konuda kendini aşamayan bütün hareketleri bekleyen kaçınılmaz son bellidir ve dünyanın pek çok ülke pratiği bunun örnekleriyle doludur.

İsyan ve ayaklanmalarıyla, on yıllara yayılan silahlı mücadele pratikleriyle gerici, faşist rejimleri zora sokan ve büyük tehditler oluşturan nice hareketin sisteme entegre olduğu ve rejimin ömrünü uzatmasına hizmet eden sonuçlar ürettiği bilinmektedir. Bu gerçeklik, yalnızca ulusal kurtuluş hareketleri için değil, sınıfsal önderlik sorunu taşıyan toplumsal düzeydeki bütün kalkışma ve direnişler için  de geçerlidir. Kuvvetli ya da zayıf bu olasılık üzerinden belirlenemeyecek kadar önemli ve değerli bu halk hareketleriyle proleter devrimci güçlerin kuracağı ilişki, aksi yöndeki gerçekliğe, devrim için “tayin edici” potansiyelle ilişkilenmeye odaklıdır ve buradan üretilecek her kazanımın uzun vadedeki getirileri paha biçilmez ağırlıktadır.

Seçimlere yönelik politikamızı açıklarken bunun daha geniş bir perspektife sahip olduğunu ve 12 Haziran’la sınırlandırılamayacağını vurgulamıştık. Zira, “destek” tavrında ifadesini bulan taktiğimize temel oluşturan Kürt sorununun günümüze ait mücadele ve direniş koordinatları, parlamentoda temsil edilme ya da buradaki mücadele ve etkinlik üzerinden sonuca gitmeye endeksli bir sığlık ve darlık, (bu manada sapma) içermemektedir. Kendilerinin de bu aymazlığa düşen bir çizgide hareket etmediği koşullarda, durum kendisini daha açık biçimde anlatmaktadır. Dolayısıyla politikamız, Ulusal Hareket’in önderlik ettiği mücadeleye (blok ya da çatı partisiyle yürüsün ya da yürümesin) verilecek destek için önümüzdeki süreci de içine alan boyuttadır ve bunun stratejik savaş hattımızla ve demokratik devrim programımızla esaslı (ve kopmaz) bağları bulunmaktadır.

Tam da burada seçim kampanyamızın istediğimiz çap ve olgunlukta yürütülemediği gerçeğini teslim etmemiz gerekir. Bunun için ulusal sorunun demokratik halk devrimiyle kurulu ilişkisi ve ulusal kurtuluş mücadelesinin kaydettiği aşamada ortaya çıkan potansiyel ve dinamiklerin, sosyolojik gerçeklik ve konumlanışın, devrimci ve demokratik mücadelede (ve elbette halk savaşında) taşıdığı ağırlığın yeterince bilince çıkarılamadığı gerçeğinin altını çizmek gerekir. Sistemin kodlarını deşifre bakımından faşist Kemalist devlet yapısı ve ideolojisi ile ulusal sorun üzerine bilimsel çözümlemelerle şekillenen komünist çizgimizin kavranış problemine işaret eden bu zafiyet karşısında, yeterli güçte sorgulama yeteneğine sahip bir ideolojik temel üzerinde durmamız en önemli avantajımızdır. Bu avantajı kullanarak durumumuzu sorgulamak ve önümüzdeki süreçte soruna ait politikalarımıza uygun bir pratiğin hakkını vermek için canlı ve etkin bir faaliyet içerisine girmemiz gerekmektedir.

Politikamızın isabetli olduğu, seçim sürecinde yaşanan gelişmeler ve 12 Haziran’da ortaya çıkan sonuçlarla beraber bütün devrimci ve karşı-devrimci güçlerin konumlanış ve değerlendirmelerini de kapsayan bir panorama içerisinde daha net görünür olmalıdır. Kürt halkının direngen mücadelesi ve faşist diktatörlüğün her renkten temsilcisi karşısındaki militan duruşu, buna ilişkin doğru ve gerçekçi saptamayla aynı cephede saf tutan, aynı coşkuyu paylaşan ve aynı sevince ortak olan komünistler bakımından sınıf mücadelesine müdahalede kritik bir kesişme ve kaynaşma noktası oluşturmuştur/oluşturmaktadır. Kavga ve direnişteki bu bütünleşme ve dayanışmanın güçlendirilmesi görevi, mücadelenin geleceğine dair tasarrufların etkili olabilmesinin de önkoşuludur.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu