GüncelMakaleler

YORUM | Filistin Meselesine Enternasyonalle Bir Bakış!

"Her şeyden önce, Gazze'de İslamcı örgütlerin ya da Batı Şeria'da Batı yanlısı güçlerin siyasi liderliğe sahip olması Filistin ulusunun işgale ve sömürgeye karşı direnme hakkını değiştirmez."

(İsrail’in Filistin’e yönelik soykırım savaşı ikinci ayını doldururken, Filistin sorunu ve mevcut duruma ilişkin tartışmalar da sürüyor. Gazetemize “Enternasyonalist bir komünist” mahlasıyla gönderilen yazıyı, bu tartışmalara katkı sunması amacıyla yayımlıyoruz.) 

İsrail’in Filistin halkına karşı yürüttüğü savaş, emperyalizmin gerçek yüzünü bir kez daha tüm dünyaya gösteriyor. Dünyanın dört bir yanındaki kitleler, Filistin halkının Siyonist emperyalist saldırılara, bugün yoğunlaştırılmış savaşa, 75 yıldır süregelen işgal ve imha politikalarına karşı şiddetle direndiği Gazze’ye bakıyor. Bu ulusal kurtuluş ve direniş hareketi, diğer şeylerin yanısıra, ulusların kendi kaderini tayin hakkı temelinde destekleniyor ancak bu hak nereden geliyor ve ne anlama geliyor?

Ulusların kendi kaderlerini tayin etmeleri, yabancı ulusal topluluklardan ayrılmaları, bağımsız bir devlet kurmaları anlamına gelir.“-Lenin 1914

Ulus olgusu kapitalizmin ortaya çıkışıyla birlikte gelişmiş ve ilk ulus devletler burjuva devrimleriyle birlikte kurulmuştur. Kapitalizm çağında burjuvazi, sermayenin amaçları için açıkça tanımlanmış bir pazara ihtiyaç duyar. Kendi ekonomisini ve üretimini daha da geliştirmek ve ilerletmek için sınırları belli pazarların/ülkelerin, yani devletlerin oluşması bir ön koşuldu. Bu sınırlı pazar; dil, kültür ve tarih açısından ne kadar tek tip olursa, yönetilmesi de o kadar kolay olur. Bu nedenle bir ulusa dayalı devletler, devlet oluşumunun en yaygın biçimiydi. İlgili ulus devletlerin oluşumunda, bir kısmı egemen ulus devletinden (imparatorluklardan) ayrılarak kendi devletlerini kurarken, kimileri de başka ulusların topraklarını işgal ve ilhak ederek; işgal edilen ulusun mülkiyeti ve zenginliğini merkezi sermaye birikimi için kullandı. Yeni devletler, işgal ettikleri topraklarda yaşayan halkların sırtından inşa edildi ve burjuvazi güçlendirildi. Bu gelişme sırasında milliyetçilik burjuva ideolojisinin bir parçası olarak ortaya çıktı. Milliyetçilik, ilgili ulusun ayrıcalıklarını, işgallerini ve savaşlarını meşrulaştırmaya ve uluslararası proletaryanın bölünmesini teşvik etmeye hizmet eder. Burjuva devletler tarafından yapılan işgal; ilhak ve baskılar, işgal edilen bölgelerin sermayesinin ezen ulusun burjuvazisinin eline geçmesine yol açmış, bu da burjuvazi için çifte kazanç sağlamıştır. Bir yandan kendi ulusunun proletaryasına karşı sınıf mücadelesindeki konumunu güçlendirmiş, diğer yandan ezilen ulusun işçi sınıfının sömürüsü ve baskı altına alınması yoğunlaşmıştır.

Ortadoğu’da, Avrupalı emperyalistlerin kontrolü altında ulus devletlerin oluşumu I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra başladı. 1923’teki Lozan Anlaşması bu dönemde varılan anlaşmalardan biridir. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu, savaşın kaybedeni olarak eski topraklarının çoğunu kaybetmiş ve savaştan sonra; sermayesini Ermeni, Rum ve Kürt halkının kanı üzerine inşa eden Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüşmüştür. Yeni Türk ulus devletinin kurulabilmesi için diğer ulusların burjuvazilerinin mallarına ve topraklarına el konulması ve mümkünse ulusların yok edilmesi gerekiyordu.

Burjuvazi her zaman kendi ulusal taleplerine öncelik verir, onları koşulsuz hale getirir. Proletarya için ise bunlar sınıf mücadelesinin çıkarlarına tabidir.“-Lenin 1914

Sınıf mücadelesinde kendi sınıfını güçlendirmek ve böylece devrimler için gerekli koşulları hazırlamak proletaryanın çıkarınadır. Ulus devletler her şeyden önce burjuvazinin çıkarınadır ve burjuvazi de kendi pazarını güçlendirmek ister. Öyle ise ezilen ve bağımlı ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunmak neden işçi sınıfının çıkarınadır? Bu soruya iki perspektiften yanıt verilebilir. Bir yandan ezen ulusların proletaryasının perspektifinden, diğer yanı ise ezilen ulusların proletaryasının perspektifinden… Ezen ulusun burjuvazisi, doğal kaynakları ve emek gücünü kullanarak sermayesini işgal edilen bölgede biriktirir. Başka bir deyişle, işgal ve baskı, burjuvazinin sınıf mücadelesindeki konumunu güçlendirir. Ezilen sınıfların oportünist kesimleri, başka bir ulusun ezilmesiyle kendi özgürlüklerini nasıl sattıklarının farkında değillerdir. Kendi sömürülerinin temelinde ezilen halkların sömürüsünün yattığını göremezler. Bu temel yıkılmazsa, bu proletaryanın kurtuluşu mümkün değildir. Bu nedenle ezen uluslardan devrimcilerin görevi, diğer ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunmak ve bu mücadelede ilerici unsurları desteklemektir. Bu ortak mücadele sayesinde, proletarya ve çeşitli ulusların ezilen sınıfları arasındaki bağ örülebilir ve güçlendirilebilir. Bu enternasyonalist bağ proleter devrimlerin zaferi için bir önkoşuldur.

1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’nun yeniden paylaşılması ve Ortadoğu’da başta İngiltere olmak üzere emperyalist devletlerin kontrolü altında yeni ulus devletlerin kurulmasıyla birlikte Ortadoğu’da ulusal sorun etrafında çatışmalar başladı. Yahudi-İsrail ulusu ile Arap-Filistin ulusu arasındaki çelişme emperyalistlerin politikaları tarafından körüklendi. Avrupa’da antisemitizm arttıkça, bu durum birçok Yahudi ailenin İsrail’e kaçmasına neden oldu.

2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na kadar Filistin bölgesi, hem Arap hem de Yahudi-İsrail halkına bağımsız bir devlet vaat eden ve aslında ikisine de izin vermeyen Büyük Britanya’nın mandası altındaydı. II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra Büyük Britanya Filistin üzerindeki mandasını bıraktığında, Mayıs 1948’de İsrail ulus devleti derhal kur(dur)uldu ve aynı gün ABD tarafından tanındı. Siyonist İsrail ulus devletinin kurulmasıyla birlikte Filistinli-Arap nüfusun yaşadığı birçok bölge işgal edildi. Daha önce farklı halkların ve ulusların yan yana yaşadığı bir bölge olan, ancak Avrupalı sömürgecilerin egemenliği altındaki bölge, pazarlarını olabildiğince genişletmek ve güçlendirmek isteyen İsrail burjuvazisinin işgal ettiği bir bölge haline geldi. Bu durum Arap devletleri tarafından kabul edilmedi ve İsrail ile Arap devletleri arasında ilk savaş patlak verdi. Bu, çoğunluğu oluşturan Filistinli nüfusun kitlesel olarak sınır dışı edilmesine yol açtı ve İsrail burjuvazisinin toprak ve mülk edinmesini sağladı. Son 75 yılda Ortadoğu’da meydana gelen müteakip savaş ve işgallerde, başta ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere olmak üzere emperyalist güçlerin her zaman parmağı olmuştur. Onlar için İsrail, ağırlıklı olarak Arapların egemen olduğu bölgede önemli bir üssü temsil etmektedir. Bu çatışma ve savaşlarda emperyalist devletlerin ve ilgili devletlerin burjuvazisinin çıkarlarının söz konusu olduğu açıktır.

Milliyetçilik, burjuvazinin sınıfsal çıkarlarına hizmet eder. Ancak ezen ulusun milliyetçiliği ile ezilen ulusun milliyetçiliğini birbirinden ayırmak önemlidir. Ezen ulusların milliyetçiliği genellikle faşizm, emperyalizm veya şovenizmle ilişkilidir ve özgül duruma bağlı olarak farklılıklar da vardır. Ezilen ulusların milliyetçiliği ise ulusal burjuvazi tarafından desteklenir ve bu burjuvazi de belirli ezen ulusla işbirliği yapmayıp kendi kaderini tayin için mücadele ettiği sürece devrimci unsurlar içerir. Milliyetçilik, devrimci güçler tarafından desteklenemez çünkü proletaryanın enternasyonalizmine zarar verir ve onun çıkarlarıyla çelişir. Ezilen ulus milliyetçiliğinin tehlikesi, proletaryanın sınıf mücadelesi yolundan sapması ve kendi çıkarlarını burjuvazinin çıkarlarına tabi kılması gerçeğinde yatmaktadır. İsrail’de son aylarda hükümetin milliyetçilik politikaları artmıştır. Filistin’i yok etmek amacıyla işgal politikasını sürdürmek istiyor. Bu hedeflerine ulaşmak ve İsrailli kitleleri kendi taraflarına çekmek için baskıcı bir milliyetçi rotaya girdiler. Ancak bu durum kitleler tarafından kolayca kabul edilmedi ve aylarca süren protestolara yol açtı. İsrail devletinin, doğrudan ABD’nin güdümünde Siyonist bir devlet olarak bugün işgalci ve baskıcı bir devlet olduğu açıktır ve İsrail içinde de buna karşı bir direniş var. İsrail ve Filistin devrimci-demokratik güçleri arasındaki bağlantı önemli bir andır ve bu bağlantı güçlendirilirse Filistin ulusal kurtuluş hareketine yeni bir dinamik getirebilir.

Bugünkü duruma ve son yüzyılda nasıl geliştiğine bakacak olursak, Filistin ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkının olduğu ve bu hakkın Oslo Anlaşmaları ile Birleşmiş Milletler tarafından resmen tanınmış olmasına rağmen uygulamada ne tanındığını ne de saygı duyulduğunu görebiliriz. Filistin halkının işgal ve sürgün koşulları altında kendini savunma hakkı vardır ve biz devrimci, demokratik güçler olarak bu hakları savunmalıyız. İsrail devleti ve ABD’nin çeşitli yollarla engellemeye çalıştığı da tam olarak bu enternasyonalist destek ve dayanışmadır.

Ancak ulusal kitle hareketleri ortaya çıktığında onlara sırt çevirmek, içlerindeki ilericileri desteklemekten vazgeçmek, gerçekte milliyetçi önyargılara yenik düşmek olur.“-Lenin 1914

Ve özgürlük hareketi ne kadar azalırsa, milliyetçilik o kadar bol miktarda çiçek açtı.“-Stalin 1913

Bugün tüm dünya Hamas saldırısından bahsederken aslında İsrail’in Filistin halkına karşı yürüttüğü savaştan bahsediyor. Filistin’deki mücadele farklı bölgelerdeki demokratik ve devrimci güçler için ne anlama gelebilir? Filistin’deki ilerici, devrimci örgütler ile gerici, İslamcı örgütler arasındaki işbirliği nasıl sınıflandırılmalıdır?

Her şeyden önce, Gazze’de İslamcı örgütlerin ya da Batı Şeria’da Batı yanlısı güçlerin siyasi liderliğe sahip olması Filistin ulusunun işgale ve sömürgeye karşı direnme hakkını değiştirmez. Devrimci FHKC gibi Filistin direnişinin ilerici güçleri, İsrail saldırılarına karşı mücadelede İslamcı örgütlerle bir birlik oluşturuyor, sahada bir birlik oluşturuyorlar ancak siyasi olarak bir birlikten söz edemeyiz. Devrimci işçi sınıfı, kurtuluşa giden yolda taktiksel ittifaklarını ilgili dönemle koordine etmelidir.

Temel çelişki nedir, kendi sınıfı ve devrim koşulları nasıl güçlendirilebilir, zamanın hangi noktasında düşmanlar ve müttefikler kimlerdir? Bu soruların yanıtları döneme göre değişir ve her zaman nesnel ve öznel durumların hassas bir analizini gerektirir. Bugün Filistin’deki en büyük tehdit Siyonizm ve emperyalizmdir. İsrail devleti soykırım uygulamakta ve Filistin topraklarını sürgün ve katliam yoluyla boşaltmak istemektedir; bu koşullar altında Filistinli ilerici ve gerici güçler arasındaki çelişki öncelikli değildir. Filistin kurtuluş mücadelesi, devrimci güçlerin siyasi liderliği elinde tuttuğu ve anti-emperyalist bir mücadeleye öncülük ettiği dönemler geçirmiştir. Devrimci örgütlerin uluslararası alanda zayıflamasıyla birlikte bunlar da zayıfladı ve İslamcı güçlerin emperyalist politikalar çerçevesinde önü açıldı. Bugün bağımsız bir Filistin devletinin kurulması, Hamas’ın Gazze’de mevcut liderliği, siyasi güç olarak iktidarı ele geçirmesi, Müslüman Kardeşler’in güçlenmesi, emperyalist ve faşist devletlerle ittifaka girmesi anlamına gelebilir. Hamas’ın devlet kurduğu andan itibaren Filistin’de bugünün ittifakları değişecek, bugünün sahadaki müttefikleri yarının düşmanları haline gelecektir. Aynı zamanda Filistin ve İsrail’in devrimci ve demokratik güçleri arasında daha güçlü bir bağ kurulabilir. Ancak özellikle bugün ve burada, sürekli emperyalist savaşların yaşandığı ve emperyalistler arası çatışmaların tırmanışının belirginleştiği Ortadoğu’da, siyasi güç dengesi hızla değişebilir ve bu gerilim alanında doğru çizgiyi izlemek ve buna göre hareket etmek ve kitleleri örgütlemek önemlidir.

Proletarya enternasyonalizmini temel mesele olarak almak ve ulusal kurtuluş hareketlerini bu ruhla desteklemek komünist güçlerin görevlerinden biridir. Oportünizme ve gerici güçlerin saldırılarına karşı mücadelede, ezilen halkların ve işçilerin birliği güçlendirilmelidir. (Enternasyonal bir komünist)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu