Güncel

Dilkırım politiği nesnesi – KÜRTÇE

Bunların usta manipülatörler olduğu, aslında doğru değil. Sadece iktidar aygıtının nimetlerinden iyi faydalanıyorlar. Yoksa oyunlarını boşa çıkarmak için çok uyanık olmaya gerek yok. Halkın örgütsüzlüğünden güç alıyorlar. Hepsi bu…

Yeni eğitim yasasına ilişkin tasarıyı komisyondan nasıl geçirdiklerine hepimiz tanık olduk. Rezil bir operasyonla, yüz elli AKP parlamenterinin gard ve markajında “Kabul edenler? Etmeyenler?” modu geleceğimize ve elbette hayatlarımıza biçilen değeri, yeterince gösteriyor. Ne var ki, asıl konumuz, bu değil. Zira Kürtçe, bu tasarının madde başlıklarından biri değildi.

Tasarı komisyondan geçtikten sonra milli eğitimin intihalci bakanı Ömer Dinçer, Kürtçe’nin de seçmeli ders olarak okutulabileceğini yumurtladı. Hemen akabinde ise amasını dile getirdi. Bu anayasal bir düzenlemenin işi, diye. Anayasanın son değişiklik sürecinde ise böyle bir şeyi hiç gündeme getirmemiş olması riyakârlığını ele veriyor.

Kürtçe diline karşı devlet tutumunun milli bir siyaset olageldiği bir gerçeklikte meselenin çözülmeyişi elbette hukuk tekniğine yedirilemeyecektir. Çözümü dayatan bir sıkışmışlık halinden bir parça nefes almak adına 1991’den itibaren yasaklı dil kavramının mevzuattan çıkarılmasının, fiili bir karşılığının olmaması, o nedenle tuhaf değildir. Çok değil, on yıl kadar önce yasaklı olmayan Kürtçe dilinin eğitim dili olması talebine yönelik dilekçe veren Kürt öğrenciler tutuklanmış, okullarından atılmışlardı.

Ya da Eğitim-Sen hakkında, tüzüğünde yer alan anadilde eğitim hakkı ibaresi nedeniyle, Genelkurmay talimatıyla kapatma davasını açan, başka bir hükümet değildi. Onlar bunlardı, güya sivil siyasetin kahramanlarıydı, halka bomba yağdıran askere, teşekkürü borç bilen sivil siyaset temsilcileri.

Ya da yasaklı dil olmayan Kürtçe’ye, karar verme bağlamında dikkate almayacakları bir mahkeme savunmasında dahi tahammül etmemeyi yeminli bir görev sayanlar da kendileri. Çünkü onlar, hala inkarın ve elbette imhanın uygulayıcılarıdır. Kürtçe, seçmeli ders olabilirmiş!

Böyle yarım ağız, üstelik seçmeli parantezinde, komisyon kapısından taşarak dövüşe tutuşan başkalarıymış gibi mutedil bir havayla, olabilir, demek, neyin nesi! Başında bulunduğu bakanlık devletin bekası için yüklendiği misyonu gerçekleştirmekten bir an bile uzaklaşmış mıdır! Resmi ideolojinin kısmi revizyonu göreviyle kuşanmış bu egemen sınıf temsilcileri, resmi ideolojinin kurucularından bir adım bile ileride değildir. Oysa kuruculardan İsmet İnönü, milli eğitimin amacını açık bir şekilde izah etmişti:

“Bu yekpare milliyet içerisinde yabancı harslar hep erimelidir. Bu milliyet kütlesi içinde ayrı medeniyetler olamaz. Dünya üzerinde her millet mutlaka bir medeniyeti temsil eder. Kendilerini Türk milletinin medeniyetinden başka camialara bağlı görenlere işte açıkça teklif ediyoruz: Türk milletiyle beraber olsunlar. Fakat halita (alaşım) halinde değil, ‘konfedere’ olmuş medeniyetler halinde değil, bir tek medeniyet halinde. Bu vatan işte tek olan bu milletin ve bu milliyetindir. Bunu yalnız söz olsun diye söylemiyoruz, süs olsun diye bu fikirde değiliz; bu siyaset vatanın bütün hayatıdır. Yaşayacaksak, yekpare bir millet kütlesi olarak yaşayacağız. İşte millî terbiye dediğimiz sistemin umumî hedefi.”  İsmail Kaplan, Millî Eğitim İdeolojisi, İstanbul: İletişim Yayınları, 2002, s. 789 – aktaran Coşkun, Derince, Uçarlar –age)

Yekpare yaşamak istemiyorsak, ne olacağımız, fazlasıyla pratik karşılıklarla açıklığa kavuşmuştur. Arzulanan yekpare millet tahayyülü için dilin taşıdığı önem oldukça büyüktür. Kürtçe konuşuyor olmak, yasaklanmakla kalmaz, gericiliğin, cahilliğin sembolü olarak sunulur ki, aşağılanmadan kurtulmak için bundan vazgeçmek gerekir. Milli eğitim kadroları, resmî ideolojiyi korumak adına silahsız ordular olarak iş görür; ellerine sopa verilmeleri, biraz da görüntüyü kurtarmak içindir.

“Genel olarak ulus-devletlerde eğitime ‘millî’ bir karakter kazandırılır ve bu millîleştirilmiş eğitimden iki temel sonuç üretmesi beklenir. İlki, yerel, dinî, etnik ve kültürel bağlantıları aşan ve asıl sadakat odağı olarak kurgulanan millî bir kimlik kurmaktır. İkincisi ise, millî kimliğin toplumun bütününe yayılmasını ve herkes tarafından içselleştirilmesini sağlamaktır. Bu bağlamda millî eğitim, hem millî kimliğin kurucusu, hem örgütleyicisi ve hem de yayıcısıdır.” (Vahap Coşkun, M. Şerif Derince, Nesrin Uçarlar, Dil Yarası, 2010, DİSA Yayınları, s. 22)

Resmi ideolojinin, dil politikalarının dilkırım ekseninden hareket etmesi, siyasal niteliği dolayısıyla ve gösterilen hedef gereğidir. Dilin, iletişim aracı olmanın ötesinde kazandığı kültür taşıyıcısı niteliği, faşist diktatörlük açısından, yasaklayarak ya da bozarak yok etmeyi koşullamaktadır. Bunun gerisinde kalan her adım, etkisini azaltma ve kontrol altına alma kaydıyla sınırlı kalmaktadır, kalacaktır. TRT 6, bu gerçeklik için iyi bir örnektir. Zira ilk sınırlama, yok etme güdüsüyle Kürtçe’nin bozuk bir şekilde kullanılmasıdır. İkincisi, daha çok taşıyıcı etkisini azaltmaya dönüktür, o da gerici propagandayla yüklü çocuk TV kanalları karşısında, TRT 6’nın çocuklara yönelik program yapmasının yasak olmasıdır. Kürt çocuklarına yönelik, gerici propagandanın Kürtçe yapılması bile endişe kaynağı olabilmiştir.

Kürtçe konuşmanın yaratacağı farkındalığın arzuladıkları yekpare millet tahayyülüne nasıl bir tehdit oluşturacağını kestirmek güç değildir. Kürtçe ezgiler eşliğinde halaya duran, büyük iş çıkarmışcasına sırıtarak, çat-pat Kürtçe konuşan bakanların varlığı, bir aldatmacadan ibarettir. Zira bunlara rağmen aynı anda, aslına rücu etmekten geri durmayan haddini bilmezler hala Kürtçe dilinde eğitime, Kürtçe’nin bir medeniyet dili olmadığı savıyla karşı çıkabilmektedir.

Medeniyetiniz batsın!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu