Kadın

Kadın örgütlenmesi ve Kürt kadınları

Bu ülkede bir kadın örgütlenmesinden bahsedeceksek ve bunun adımlarını atma iddiasındaysak kadınla özdeşleşen üç baskı biçimini aynı anda yaşayan, Kürt kadınlarını mutlaka merkezi olarak gündeme almak durumundayız.

Zira ülkede toplumsal tabakalaşmanın en altında bulunan kadınların, yoksul emekçi halkımızın yaşadığı zulmün, baskının ve sömürünün en yoğununu yaşadığı bilinen bir gerçek. Kadının ataerkil sistem içinde yaşadığı ikincil konumuna feodal diğer yargılarını, din, aile, gelenek töre vb. baskılarını, erkek şovenizmini, şiddet, taciz, tecavüz ve katledilmeleri de eklemek gerekiyor.

Kürt kadını ise; kadınların yaşadığı tüm bu baskı ve zulmün katmerlisini yaşamakta. Gerici sistem tarafından korunup beslenen feodalizmin üst yapı ilişkileri, ağa, aşiret, korucu zulmüyle tamamlanmakta. Buna bir de Kürt kadının ulusal kimliğinden dolayı yaşadığı baskı eklenmekte. TC’nin kuruluşundan itibaren Kürt ulusunun; kendi dilini konuşmasına, kültürünü yaşamasına konan pranga Kürt kadınına yönelik yapılan cinsel saldırılar, taciz, tecavüz ve zorla yerinden yurdundan koparılıp sürgün/ göç ettirilmesiyle büyütülmektedir.

Tüm ataerkil sistemlerde kadının bedeni cinselliği de erkeğin malı, mülkü, olarak görülür. Üzerindeki tasarruf hakkında erkeğe aittir. Alır da… Satar da…

İstediği zulmü yapar da… Kimse bunun hesabını soramaz. Ne de olsa kendi mülküdür. “Bu mülkü koruma görevi de erkeğe verilir”. Kadının cinselliğini korumak erkeğin “namusu” olur. İşte tam da bu “mülk” ve koruma anlayışından dolayı, gerici egemen güçlerin savaşlarının, çatışlarının psikolojik boyutu kadının bedeni ve cinselliği üzerinden sürdürülür. Kadın ait olduğu ulusun topluluğun kimliğinin kültürünün de taşıyıcısı yeni nesillerin doğasını yaratıcısıdır. Bu nedenledir ki ezilen ulusun/topluluğun asimilasyonu, değerlerinin dejenerasyonu saldırıları ilk kadınlardan başlatılır. “Ganimet” olarak görülen kadın bedeni; tacizlerin, tecavüzlerin, fuhuş, batağının da hedefi olur. Bu tabloyu tüm gerici emperyalist savaş ve işgallerde görmek mümkündür. Kürt coğrafyasında yaşananlara Kürt kadınlarına yapılan saldırılara ise hep birlikte tanık oluyoruz.

Yakın tarihimizden Şeyh Said isyanında, ’38 Dersim isyanında binlerce kadına askerlerce tecavüz edildiğini topraklarında koparılıp; dilini kültürünü bilmediği diyarlara sürüldüğü yüzlerce kız çocuğunun ailelerinde kaçırılarak rütbeli askerlere ve devlet yetkilerine “evlatlık” verildiğini biliyoruz. Bölgede yürütülen Kürt Ulusal Kurtuluş mücadelesine karşı halkın desteğini kesmek sindirmek için devletin kolluk güçleri tarafından yapılan saldırılarının zulmün başında yüzlerce binlerce kadının gözaltında köy baskınlarında sokak ortasında işkenceden, taciz ve tecavüzlerden geçirildiğini de biliyoruz. Ve bu bölgelerde devlet eliyle uyuşturucu ve fuhuş batağının nasıl yaygınlaştırılmaya çalışıldığını görüyoruz. Siirt’te asker, polis, öğretmen, esnaf vb. ile organize yapılan ve iki yıl boyunca devam eden tecavüz skandalı ise daha gündemde düşmemiş durumda

Başbakan Erdoğan tekerleme gibi dilinde doladığı ve her fırsatta kadınlara “en az üç çocuk doğunun” nakaratında sıra Kürt kadınlarına gelince; 1998 yılında hazırlanan ve Kürt kadının bedenine müdahale etmenin de resmi belgesi olan raporun gözler önüne serdiği üzere “üç çocuktan fazla doğurursa” cezalandırılması gerektiği şekline dönüşüyor.

Ulusal hareketin önderliğindeki Kürt kadınları ise tüm bu üçlü cendereyi kırma konusunda önemli adımlar atmış, gündem belirleyen bir pozisyonda örgütlenmeler yaratmıştır. Kuşkusuz bu durum, Kürt kadınlarının artık özgür olduğu anlamını taşımaz. Ancak mücadele edildiğinde kazanılacak olan dünyanın bir kısmını dahi göstermesi açısından önemlidir.

Kısaca sonuçlandırırsak, kadın örgütlenmesinin temellerini atma çabasında iken Kürt kadınlarının örgütlenmeleriyle ilişkilenmek, Kürt kadınının örgütlenmesinin bir parçası olmak görevlerimizden ve birinci sıra gündemlerimizden biri olmalıdır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu