Makaleler

İRADEYİ MUKTEDİR KILAN, HEM HAKLILIKTIR HEM DE ISRAR!

Başta Hatip Dicle olayı olmak üzere “tutuklu vekiller”in tahliye edilmemesiyle başlayan boykot ve yemin tartışmalarının gündeme yeniden taşıdığı Türkiye’deki parlamenter rejimin (elbette yargısı ve diğer kurumlarıyla sistemin), ne menem bir “demokrasi” olduğunu gösteren olgular, açık ya da gizli, hala AKP’den ileri adım bekleyenleri fena halde sarsmış bulunuyor. Sanıldığının aksine AKP’den beklentisi olanlar yelpazesinde yalnızca ona destek verenler değil, ona karşı en radikal çıkışları yapan bazı kesimler de bulunuyor. Öyle ki, uzun ve yakın vadeye yönelik politikalarını bunun üzerine yapmış olmanın şaşkınlığıyla, yeniden çatışma ve kavga ortamına (savaş zemini) girme halini en az onlar kadar “kâbus” modunda izledikleri görülüyor.

Sistemin ciğerlerinden parça sökülmesi anlamına gelen kimi taleplerin elde edilmesinin bu kadar kolay olduğunu sanma hali, hiç şüphesiz devlet ve düzen yapılanmasıyla ilgili gaflete varan bir yaklaşım ve kavrayışın ürünüdür. Bu körlüğün eskiye göre azaldığından söz edilebilecekse de kayda değer bir aşamaya ulaşması için daha çok zaman olduğu görülüyor. Bu süreyi belirleyecek olan sınıf mücadelesinin dinamikleridir.

Dinamik deyince sınıf mücadelesinin seyrine etkide bulunan güçlerin refleks kabiliyeti ve derecesinden bahsediyoruz demektir. Bunun için özne mutlaka önemlidir ama özneyi de şekillendiren bir kitle hareketi faktörü üzerinde durulmalıdır. Savaşın ilerleyeceği düzlemi etkileme hatta belirleme yeteneği bulunan bu olgu, iktisadi ve sosyal gerçekliklerin eseridir ve on yılların birikimi üzerinden yol almaktadır. Asırların getirdiği bir birikimin manivela gücünü hesaba katmadan ne gerçekçi bir politika belirlemek mümkündür ne de kalıcı sonuçlar elde etmek.

Sisteme amade ve adapte kılma operasyonlarını yalnızca seçim ve parlamento ile sınırlı görenler fena halde yanılıyorlar. Legalizmin çeşitli formlar altında kurduğu egemenliğin ürettiği bütün formüller aynı kapıya çıkmaktadır. Sınıfsal çelişkiyi silikleştiren, düşman olgusunu muğlâklaştıran bir kör dövüşü içinde “rakibe” sarılmak ve onunla kucaklaşmak belki önceleri karambolün eseridir ama sonrasında bir tercihe işaret etmektedir. Bu, bir ateşkes, “barış” görüşmesi vb. şekildeki savaşa ilişkin olağan duraklardaki “anlaşmalar” gibi değildir. Buradaki başkalaşımın savaşa tabi “taktik” politikalarla karıştırılmaması gerekir.    

Faşizmin kurumsal/yapısal bir kimlik değil de otoriterliği, sekterliği, zalimliği hatta kalleşliği vb. tarif eden bir sıfat biçiminde gündelik dile transfer edilerek kullanılması, bu yüzden de politik arenada örneğin “AKP faşizmi” gibi tanımların icat edilmesi, temelli bir yanlışlık ve yanıltma halidir. Faşizmi Kemalizm’den (bu manada resmi ideolojiden), emperyalizmden ve sınıfsal gerçekliklerden koparan bir yaklaşımın egemen sınıf partilerine dönem dönem ilerici misyonlar yüklemesi, beklentilere girmesi, daha vahimi işbirliğine yönelmesi de kaçınılmazdır. Hakeza faşizmin mevcut sistem içinde kalınarak ortadan kaldırılabileceğine inanmak da aynı merkezdedir.

Böylesi çarpık ve arızalı bir yaklaşım, yeni Anayasa tartışmalarından da umutludur, o zeminde sistemin değişime uğrayabileceğini vazeder ve kitlelerin böylesi bir “mücadele” içerisinde düzenle bağını güçlendirmeyi amaçlayan politikalara kan taşımış olur. En küçük tökezleme ve aksama karşısında ise başka bir kutba savrulur ki oradan “duvara çarpma” misali yine aynı açmaz çukuruna düşmesi kaçınılmaz olacaktır… 

Diğer yandan, faşist bir devlet yapılanması altında, meşruiyet örtüsü ve yanılsama yaratma amaçlı kullanılan parlamentoya yönelik tutum her dönem ve koşul altında yadsımayı koşullamaz. Onunla beraber sistemin diğer unsurları olarak legal parti oluşumları, seçimlere katılma ve çeşitli ittifaklara uzanan “platform” ve “blok” örgütlenmeleri de aynı çerçevede anlam taşımaktadır. Dolayısıyla hiçbir mücadele biçimi ve yönteminin peşinen dıştalanamayacağı gerçeği, gündemin/koşulların dayattığı bir dizi taktik politikaya bağlı olarak yepyeni formlar üretebilir, “aykırı” gibi görünen araçları gündemleştirebilir.

Bunun için en önemli kıstas, her zamanki anahtar kriter, sınıf mücadelesinin ilerlemesi bağlamında devrim mücadelesinin çıkarlarıdır. Bu kanala akacak bütün ilerici ve devrimci potansiyelden yararlanmak için somut politikalar geliştirmek, daha önemlisi pratikleştirmek gerekmektedir. Bu potansiyelin ait olduğu sorunun devrim sürecindeki ana çelişki merkezlerinden birisini, devrimin yoluna çıkış noktası oluşturan alanların başlıcasını ifade ettiği durumda, durum daha da hassas hale gelmiş demektir.

Ulusal sorunun ana damarını oluşturan Kürt sorununa çeyrek yüzyıllık zaman diliminde yürütülen savaş, direniş ve serhıldan eksenli mücadele ile damgasını vuran Ulusal Hareket’le silahlı ve barışçıl çatışma alanlarında kurulacak her türlü ilişkiyi belirleyen koordinatların demokratik devrimle çakışma noktası bu eksende kavranmalıdır. Bunun harekete önderlik eden çizgiden bağımsız bir anlamı vardır ki öncelikle dikkate alınması ve üzerinden taktik politikalar (hatta stratejik) oluşturulması gereken husus burasıdır. Faşist devlete karşı isyanın eğittiği ve donattığı emekçi kitleler ile demokratik ve ilerici kesimlerin ulusal sorunla doğrudan ilgi kapsamının dışında kurduğu temasın “sınıfsal” bir temelde karşılık bulmasından ötürüdür ki sorun, “devrimci” bir içerik kazanmaktadır:  

 “Ulusların, sıralarından geçtiği iç savaş okulu, hiçbir zaman boşuna değildir. Bu güç bir okuldur: ders programının bütünü, karşı-devrimin zaferlerini, küplere binen gericilerin gemi azıya almış taşkınlıklarını, eski hükümetin ayaklananlara verdiği vahşi karşılığı vb. zorunlu olarak içerir. Ancak ulusların, bu zahmetli okulun sıralarından geçmelerine, yalnızca, tedavisi olanaksız bilgiç taslaklarıyla sarsak maymunlar hayıflanır. Çünkü bu okul, ezilen sınıflara, iç savaşın nasıl verileceğini, devrimin zafere nasıl ulaştırılacağını öğretir. Bu okul, çağdaş köleler yığınlarında, horlanmış, yumuşak kalpli, bilgisiz kölelerin her zaman içlerinde taşıdığı kini, köleliklerinin utanç vericiliğini kavramış kölelerin tarihi yapan yüce kahramanlıklarını sağlayan kini yoğunlaştırır.” (Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, Sol Yay. sf. 34)

Döneme ilişkin devrimci politikanın seçimlerle sınırlı bir içerik taşımadığı, Dicle vd. ile ilgili kriz nedeniyle de teyit edilmiş olmaktadır. Bu vesileyle sistemi kilitleyen, gündemi yine öncelik taşıyarak belirleyen bu sorunun kendisidir. Meseleyi yeni Anayasa yapım sürecine bağlayan bütün gelişmelerin odağına yerleşen ve tartışma zeminini belirleyen yine ulusal sorun olmaktadır. Son durum, Ulusal Hareket’in önderliğindeki blokun elde ettiği sonuçlar karşısında, düşmanın inisiyatifi güçlendirme amaçlı çeşitli hesaplarıyla ortaya çıkmıştır. Artık Dicle kararına çok önceden (22 Mart) vakıf olduğu halde seçim sonrasını bekleyen YSK vb. organlar üzerinde laikçi Kemalist kliğin etkinliğinden söz edilemeyeceğine, itirazı bizzat AKP’nin yapmış olmasına, Oya Eronat’a yıldırım hızıyla mazbata aldırılmasına bakıldığında, gözlere sokulacak açıklıkta bir hesap güdüldüğü görülebilmektedir. Bu durum, çoğunluğunu BDP’lilerin oluşturduğu “tutuklu vekiller” için de geçerlidir. 

Egemen sınıflar, yeni Anayasa tartışmaları üzerinden yürütülecek “pazarlıklar” ve buna merkez oluşturacak kitle mücadelelerine müdahale noktasında daha ileri mevziler oluşturmak ve var olanları tahkim amacıyla saldırılarını yoğunlaştırmıştır. En geniş olanakları, hem de “yasal” meşruiyet içerisinde kullanma şansı bulunan egemenlerden her türlü tezgâh ve saldırının geleceği unutulmamalıdır. Dönem içerisinde kıyasıya sürecek çatışmanın elbette ki ilk aşaması çok önemlidir ve gidişat üzerinde büyük etkiler doğuracak özellikler taşımaktadır. Bu anlamda belki de en zorlu etaplardan birisi yaşanmaktadır ve saldırılar göğüslenmeli, sağlam bir duruş sergileyerek inisiyatif elden bırakılmamalıdır.

Seçim sürecinde ortaya çıkan ittifakın, gösterilen dayanışma ve işbirliğinin güçlenmesi; soruna ait bütün gündemlere müdahil olmaktan, saldırılara karşı aktif bir çizgi benimsemekten, kitleleri daha yoğun bir katılımla seferber edebilmekten, ezilen sınıfların diğer güçlerini aktive edebilmekten geçiyor. Bunun faşist diktatörlük açısından nasıl yıkıcı ve sarsıcı sonuçlar doğurduğu ve doğuracağı, hiç olmazsa seçim süreci ve sonrasında yaşananlar bağlamında daha net ortaya çıkmış olmalıdır.  

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu