Güncel

Umut; Düş mü gerçek mi?

2011’in menzilinden çıktığımız, 2012’nin kapsama alanına girdiğimiz şu günlerde, umuda dair bir tartışma yürütmenin belki de tam zamanı. Çünkü, bizim için büyük, ancak sınıf mücadelesinin zaman diliminde kısacık bir anı kaplayan 2011’i, gözaltı ve tutuklamalarla kapatıyoruz. Yılın son dakikalarına düşen bu görüntüler, aynı zamanda tüm bir yılın prizmasından yansıyan renkleri barındırıyor aslında. Sanki 2011’in tüm yaprakları sonuna kadar kullanılmalıymış hissi uyandıran, bu baskı ve zulüm iklimi anlaşılan yeni yılda da peşimizi bırakmayacak! Yılın son demlerinde karşımıza çıkan bu fotoğrafa daha yakından bakalım istiyoruz.

Gözaltına alınan gazetecilerin zafer işareti, gülümseyen yüzler ve çakmak çakmak gözlerle çekilmiş fotoğraflarından söz ediyoruz. Çağdaş, Zeynep ve Evrim’in fotoğraflarından. Aralarında matbaa çalışanlarının da olduğu 49 gazeteci aynı saatte (buna dikkat) gözaltına alındı, 36’sı tutuklandı. Madalyonun bir yüzünden yansıyan ilk gerçek çağrışım. Savcıların ciddiye alınabilecek hiçbir soru sormadığı; tamamen keyfi, gerekçe bulma ihtiyacı bile duyulmayan bir operasyon. Ya da başka bir deyişle; baskı ve zulüm, Kürt halkına yönelik inkâr, imha ve asimilasyon! Amaç belli, Kürt halkını ve onunla dayanışma içinde olan devrimci, ilericilerinin sesinin kısılması. İşte bu küçük kare gerçekte tüm bir yılın özetini veriyor. Korku, baskı, gözaltı ve tutuklama; devlet terörü ve sınırsız bir vahşet ikliminin devletin aynasından yansıyan, yılın son günlerine kazınan siluetini!

Silvan’da, Kazan Vadisinde kimyasallarla katledilen gerillaların, kurşunla bedeni delik deşik edilen Yıldırım Ayhan ve Murat Elibol’un, evladı göz göre göre infaz edilen Siti ananın çığlığından, yılın son yapraklarına acıyla kazınanlar. 36 gazetecinin tutuklanmasını veren bir haber veya fotoğraf bağrında tüm bu acıların izdüşümlerini taşıyor elbette. Maden kazalarında can veren, kimisi henüz toprak altından bile çıkarılamayan işçilerin, Wan’da açlıktan ölen bebeklerin feryadı da var bu resimde! Zulüm ve korkuyla terbiye edilen, “acaba sıra bizde mi?” sorusu zihinlerine kazınan bir toplum fotoğrafı yaşananlar. Ne demişti İlker Başbuğ zamanında, “kazanma umudunu kırmak gerekir?” Ne demişti Erdoğan,  “Maden cinayetleri bu işin doğası”, ya bakanı “Ne güzel öldüler?” Peki ya Ragıp ve Büşra hocanın, avukatların tutuklanmasına; “Ben KCK operasyonlarını sonuna kadar savunuyorum.” Peki Kürt halkının dostlarına “kimse kusura bakmasın!”.  “Sınır ötesi operasyonlardan KCK operasyonlarına hepsi koordinasyon içine tartışılmış, kararlaştırılmış planlanmış ve yürütülmektedir” sözleri Beşir Atalay’a ait değil mi? Hani bağımsız-tarafsız yargı, adil yargılama!

Muktedirlerin neredeyse koca bir yılda en önemli hedefiydi umut! Kazanma-başarı, özgür bir dünya umudunu gasp etmek üzerine şekillendi tüm oyunlar, buna göre kurgulandı tüm senaryolar! Ne ki bu iş biraz zordu.

Çünkü, ne kadar budadılarsa umut, dünyanın dört bir yanında topraktan adeta fışkırdı. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan Avrupa’ya; Asya’dan Amerika’ya hemen her yerde kendine bir yurt edindi, filizlerinden yeniden yeşerdi. Umut, sıfır noktasında havan topları altında görkemli bir direnişle evlatlarına sahiplenen Kürt halkının elindeydi kimi zaman.

Kimi zaman, YSK kararına karşı sokağı tutuşturanlara aitti. Umut bazen, direnişi yeni yıla devreden Kampana-Savranoğlu işçilerinin çadırına konuktu. Bazen, Hopa’da AKP’ye meydan okuyan gençlerin hücrelerinde sabahladı. Gerze’den, Erzurum Tortum’a; Trabzon Solaklı’dan ve Nazimiye-Peri suyuna kadar uzanmıştı umut. Günü geldi Taksim Meydanı’nda 1 Mayıs marşıyla “Rojbaş gerilla”ya ev sahipliği yapacak, renken renge girecek, dilden dile aktarılacak ve bugüne uzanacaktı. Wan halkıyla enkaza gömülse de, toprak altından yeniden yeşerecek ve yaşama sımsıkı sarılacaktı. Korku Cumhuriyetinde en çok korkulan olacaktı, en çok karalanan, üzerine en fazla gidilen ama hiçbir zaman ele geçirilemeyen!

Umut ışık gibiydi, zebanilerin korkusu da bundandı! Peki ya umut düş müydü? Eşit, özgür, insanın insanca yaşayabildiği bir dünya düşü müydü? Herkesin dilini, kültürünü özgürce yaşayabildiği; yaratıcılığın zincirlerinden boşandığı, insanın doğayla bütünleştiği bir dünya mıydı umut? Belki de evet! Belki de umut biraz düştü. Düş, birazda umut. Düşten besleniyordu gerçek ve yeniden onu büyütüyordu.

Ya da umuttan besleniyordu düş ve ona güç katıyor, onu ateşliyor yaşama enerjisi aşılıyordu. Ya da umut, hem düş hem de gerçekti! Gerçekti çünkü umut adına, ete kemiğe bürünüyordu, dile geliyordu! Ve düştü; dünyanın sınırlarını aşan başka bir dünyada kimsenin ulaşamayacağı bir evrendeydi. Takvim yaprakları yeni yıla döndüğünde düşle gerçeğin amansız, soluksuz serüveni yeniden başlayacak. Düşe dönüşen umut yeniden gerçeğe sarılacak, büyüyen umut, düşü körükleyecekti. Sahi umut; düş müydü gerçek miydi?

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu