GüncelMakalelerPusula

PUSULA | Yönelim doğrultusunda kararlılıkla yürümek… (6)

Görünmez olmaya devam!

Yaşadığımız güvenlik sorunlarını sağlıklı bir biçimde ele almak ve faydalı sonuçlara ulaşmak önce bu sorunun varlığını kabul etmek, onu çözmeyi hedeflemek ve ideolojik-politik-örgütsel tüm kökenlerini tartışmak ve aydınlatmakla olacaktır.

Bu konudaki en iyi öğretmen bizzat düşmanın kendisidir. Alınan düşman darbelerini salt görünürdeki nedenlere, teknik kuralların ihmaline bağlamak işin önemli kısmını görmezden gelmek ve meselenin ideolojik-politik kökenlerine inmemek anlamına gelecektir.

İlk olarak netleştirilmesi gereken komünist partilerin güvenlik gibi bir gündeme neden ihtiyacı olduğudur. Bu soru ve cevap güvenlikten anlamamız gerekenin devrime ulaşabilmek için gerekli olan aracın yani örgütün korunması olması gerektiğini içermelidir.

Komünist partilerin varlık nedeni devrimi gerçekleştirmek olduğuna göre; bu amaçla çelişen, buna hizmet etmeyen, bunu sakatlayan, engelleyen bir güvenlik anlayışı problemlidir.

Düşman saldırıları karşısındaki soruna, buradan hareketle yaklaştığımızda sorunun devrim yapma hedefiyle kopmaz bir bağ içinde olduğunu görürüz.

Yani kolektifimiz de dahil olmak üzere komünist partilerin düşman saldırıları karşısında güvenlik sorunundan anlamamız gereken, düşman saldırıları karşısında korunmak ve bu saldırıları boşa çıkarmak için yapılması gerekenlerle devrime ulaşmak için yapılması gerekenlerin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğudur.

Elbette ki, güvenlik sorunu başlığı altında birçok ilke ve kural vardır. Ama bu ilke ve kuralları üzerinde yükseldikleri özden koparırsak ya da yanlış bir özle doldurursak hem devrim mücadelesine hem de kolektifimizin güvenliğine uzun vadede zarar veririz.

Ayrıca düşman saldırıları karşısındaki güvenlik meselesini salt mevcudu-varolanı korumak olarak ele alırsak bu da doğru bir tutum olmaz.

Doğru olan, kolektifin sınıf mücadelesi karşısındaki görevlerini yerine getirmesinin gereklerinin korunmasıdır. Yani sadece “bir”in, bir “kişi”nin vb. korunması değil, “bir”i, “on”u, yüz yapacak mekanizmaların korunması, onun sürekliliğinin sağlanması amaçlanmalıdır.

Elbette ki her durumda düşmanın saldırılarından kaçınmak ve kayıpsız atlatmak mümkün olmayabilir. Ancak kaçınılmaz olarak verilecek kayıpların hızla ve kat kat fazlasıyla karşılanacağı mekanizmaların örgütlenmesi ve korunması mantığı esas alınmalıdır.

Bunlar bize şunu gösteriyor ki;

Kısacası komünist partilerin düşman saldırıları karşısındaki güvenliği sorununu “düşmanın hedefi nedir?” sorusuna yanıt aramadan çözemeyiz. Güvenlik başlığını konuştuğumuz her tartışmada “düşmanın hedefi nedir, neyi, nasıl yapmaya çalışıyor?” sorularını aydınlatmamız da gerekmektedir.

Düşmanı tanımayan, hesaba katmayan bir açıklama eksik olacaktır. Çünkü başta da dediğimiz gibi başlıca öğretmenlerimizden biri düşmanın ta kendisidir. Bu konuyu değerlendirmeye ve tartışmaya başladığımızda en sık başvurduğumuz açıklamalardan biri de “çalışma tarzımızın yanlışlığı” vb. olmaktadır. Ama bu açıklama da tek başına bir anlam ifade etmemektedir.

Bu cümlenin altının doldurulması, somut örneklerle kavratılması ve olmazsa olmaz olarak gerekli önlemlerin alınması, eğitimlerin verilmesi anlamında eksikliklerimiz mevcuttur. Sorulması gereken doğru soru “çalışma tarzımız nedir, onu doğru ya da yanlış kılan nedir, bunun kökenleri nelerdir, doğru tarz nasıl olmalıdır?” şeklindedir.

 

Çalışma tarzımızı düzeltmeliyiz!

Çalışma tarzı; kısaca pratiğimizde izlediğimiz yöntemlerdir. Hedeflerimizi pratiğe uygulama yöntemimizdir. Bu nedenle, amaç ve hedeflerimizle sıkı sıkıya bağlıdır. Tersten söylersek, her çalışma tarzı bir amaç ve hedefe denk düşer ve her amaç ve hedefin kendine özgü bir çalışma tarzı vardır. Eğer ortada amaç ve hedeflere hizmet etmeyen bir tarz varsa, bunun nedeni genel olarak amaç ve hedefleri yanlış veya yetersiz kavramış olmaktır.

Kısacası çalışma tarzımızı gerçekten düzeltmek istiyorsak, amaç ve hedeflerimizi doğru ve derinlikli kavramalıyız. Biz kimiz, ne yapmaya çalışıyoruz, hangi amaca hizmet ediyoruz, neyin mücadelesini veriyoruz vb. soruların yanıtları yeterince kavranmadan doğru bir çalışma tarzını uygulamak mümkün değildir. Güvenlik meselesinde de sorunun esasında bu yatmaktadır.

Bugün açısından bakıldığında mevcut daralma içinde çalışma tarzımızda en yakındığımız yönler günü birlik anlayış, dar-pratikçilik, kendiliğindencilik, dikkatsizlik vb.leridir. Örneğin günübirlikçilik; sadece içinde bulunulan günle sınırlı, o günün acil sorunlarını çözmeye çalışan, yarına bir şey bırakma hedefi gütmeyen bir çalışma tarzıdır. Dar-pratikçilik; yeni üretilmiş politikalardan kopuk, hedefleri belirsiz, dar sınırlar içinde hep kendini tekrar eden ve nihayetinde koşuşturmacadan ibaret olmaktır. Kendiliğindencilik; tahlillerden beslenmeyen, hedefleri belirsiz, plan ve programdan yoksunluktur.

Dikkatsizlik, düşmana en ufak açığı bile vermeme anlayışından uzaklaşma, kolaya kaçmadır. Tüm bunların temelinde ise hedeften uzaklık yatmaktadır. Burada şu nokta da önemlidir; çalışma tarzımızı düzeltmenin anahtarı amaç ve hedefleri doğru kavramaktır.

Bu hedefleri silikleştiren, bulanıklaştıran öğelerin derinlemesine tahlil edilmesi ve üstesinden gelinmesi gerekmektedir. Amaç ve hedefleri kavradığımız oranda günübirlikçi, dar-pratikçi, kendiliğindenci, dikkatsiz, verimsiz çalışma tarzı aşılacak, yerine doğru bir tarz yaratılmış olacaktır.

 

Sorun ideolojiktir!

Yine yaşadığımız kadro sorununun da güvenlik meselesi üzerindeki etkisi tartışılmazdır. Az sayıda insanın oldukça fazla faaliyeti omuzlaması, kişilerin farklı alanlarda görev alması, işlerin çakışması, yorgunluk ve dikkatsizliği ve de tek bir alanda yoğunlaşamamayı getirmektedir. Yani bugün açısından güvenliğimizi sağlamlaştırmanın yolu aynı zamanda kolektifimizin sağlıklı bir kadro politikasının oluşturulması ve uygulanmasından geçmektedir.

Açık ki, kolektifimizin güvenliği sorununun önemli derecede olmasının nedenleri olarak sıraladığımız tüm sorunlar, ideolojik zaaflara dayanmaktadır ve bunlar tek tek her birimizde yansımasını bulmaktadır.

Misyonunu kavramama, düşmanın çalışma tarzı ve yönelimleri üzerine gerektiği gibi kafa yormama, kolaycılık, statükoculuk, burjuva-feodal alışkanlıklardan kopmama, tembellik vb. gibi. Güvenliğin sağlamlaşması için gereken emeğin yerine tehlike çok açık bir hal almadıkça (ki bu da bir kavrayış sorunudur, bu nedenle çok zaman tehlikenin açık bir hal aldığı an engellenme anı olmaktadır) emek harcamamanın tercih edilmesidir.

Olanaklar sonuna kadar zorlanmadan, seferber edilmeden olanaksızlık vb. gerekçelerin ardına gizlenilmesidir. Ayrıca feodal bağlardan, feodal-burjuva alışkanlıklardan kopmama, dedikodu zehrinin saflarımızda yaygınlaşmasını engelleyememek, her şeyin ulu orta konuşulması, yatay ilişkiler sürdürme, gereksiz görüşmeler, internet ve telefon, sosyal medya kullanımı vb. gibi yaygın alışkanlıklar bir dizi ilkesizliğin de nedeni olmaktadır.

Açık ki, güvenlik sorununa özgü ilke ve kurallarını düşman saldırılarına karşı korunmak amacıyla oluşturmuştur. Bu nedenledir ki bu kuralları içselleştirmenin ve geliştirmenin ilk koşulu düşmanın hedefleri, olanakları, planları ve andaki çalışma tarzı hakkında tüm birimler kafa yormalı, inceleme yapmalı, doğrudan ve dolaylı tüm deneyimleri titizlikle incelenmeli, yeni gelişmeleri anlamaya çalışmalıdır.

Bunun da ötesinde her bileşen düşmanın kendi faaliyet alanındaki özel hedeflerini, olanaklarını, bildiklerini, taktikleri ve çalışma tarzını kavramaya ve çözümlemeye çalışmalıdır.

Sonuç olarak; yukarıda da vurguladığımız gibi kolektifin düşman saldırıları karşısındaki güvenlik sorunu onun genel ideolojik-politik-örgütsel durumundan koparılarak ele alınamaz/alınmamalıdır. Bundan ötürüdür ki kurumumuzun güvenlik zaafına yol açan ideolojik-politik-örgütsel zaafların sorgulanması ve aşılması aynı zamanda başlıca ideolojik-politik-örgütsel zaaflarımızın sorgulanmasını ve aşılmasını zorunlu kılmaktadır. (Devam edecek)

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu